Fenerbahçe'den bahsederken uzun bir süre sadece futbol konuşamayacağız sanırım. Bu yazıda futbol dışında kalan unsurları minimize etmek derdindeyim. Ama şunu söylemeden geçemeyeceğim. Oyuncuların, taraftarların, bizlerin; davayı sahiplenmeleri, Fenerbahçe'nin yanında durma çabaları, destekleri takdire şayan. Henüz kesinleşmemiş iddialar yüzünden, bağlı oldukları kulübün asılmasına tepki gösteriyor taraftar ve bu ülkede, bu tutum, bugün yıldönümünü yaşadığımız 80 darbesinden sonra pek de alışık olunmayan bir tutum...
Buralara eyvallah da Aziz Yıldırım meselesi biraz karışık. Aziz Yıldırım'ın suçlu olup olmadığına kanaat getirmek kişilerin hakkıdır. Kimi der ki arkadaş neyle suçlanıyor bu adam, hani kanıt nerede; bir diğeri de der ki kanıt olmasa adamı tutuklarlar mı, tapeler ortada işte adam suçlu. Ben iki tarafta da değilim. Bekliyorum. Bu süreçte de sahip çıkmam gerekenin Aziz Yıldırım değil, Fenerbahçe olduğunu düşünüyorum. Ama anlıyorum ki; hem taraftar hem de takım bazında bu ikisi aynı kefeye konmuş. Yapacak bir şey yok. Tekrar söylüyorum kişisel olarak, ufak örgütler olara Aziz Yıldırım'ın yanında olmak pekala anlaşılabilir ama kulübü tamamen oraya çekmek, ileride baş ağrıtabilir. Her neyse, ona da katlanırız.
Bitirelim şu mevzuları sahaya dönelim. Öncelikle maçın zor geçeceği birçok açıdan belliydi. Fenerbahçe'nin özellikle savunma hattındaki eksikleri, Orduspor'un kendisini kanıtlamak için varını yoğunu ortaya koyacak olması, maçın seyircisiz oynanması vesaire... Bu öngörülen sıkıntıların yanında bir de zeminin bozukluğu eklenince beklenenden de zor geçti maç.
Aykut Kocaman'ın dediği gibi gibi Fenerbahçe sahada hep benzer oyuncularla yer almak zorunda kaldı. Orta sahada yer alan Cristian ve Selçuk, defans hattında yer alan Bekir, Bilica ve Yobo hiçbir farklılık yaratamadılar. Bekir'in sağ bekte hem ileriye katkı sağlamaması hem de savunma yaparken ağır kalması bir yana; Bilica da her zamanki gibi kötü oynayınca Fenerbahçe geride oldukça aksadı.
Selçuk ve Cristian da iki tane defansif orta saha olmalarına rağmen dönen topların çoğunu alamayarak takım savunmasına katkı sağlayamadılar. Dia ve Ziegler'in kötü günlerinde olmaları sol kanadı da işletemedi. Hal böyle olunca Fenerbahçe'nin hücum adına yaptığı tüm verimli ataklar Alex'in şahsi becerilerine dayandı ilk yarıda...
İlk yarı için söyleyebileceğimiz şeylerin başında Fatih Tekke'nin kaçırdığı gol gelir sanırım. Tekke boş kaleye topu sokamadı ve Orduspor, Fenerbahçe'nin üzerinde hissettiği baskıyı arttıramadı. Daha sonra da Fenerbahçe, Semih'in araya kaçışı ve egoistçe davranmayışı sayesinde, Cristian ile golü buldu ve devreyi 1-0 önde kapattı.
İkinci yarıya başlarken hiç ışık yoktu Fenerbahçe adına. Orduspor'da ise Culio, Dalmat ve Gosso gayet iyi oynuyorlardı. İkinci yarıda Alex de durunca Fenerbahçe sadece top tutarak oyunda kalmayı denedi. Orduspor'un çok yeni bir takım olması Fenerbahçe'nin işine geldi. Tehlike de yaratamıyorlardı, tehlikeli pozisyonlar da vermiyorlardı. Bu süreçte Semih'in sol ayağıyla yaptığı plasenin direkte patlaması ikinci yarı adına olumlu tek işti belki de.
Dia ve Semih'in yerine, Caner ve Bienvenı girince takım biraz olsun kontra atağa yatkın bir hale geldi. Orduspor'da da bir şey yapabilmek için çabalayan Culio kaldı sadece zaman geçtikçe. Velhasıl kelam maç da böyle sürdü gitti. Daha fazla kurcalanacak bir yanı yoktu yani. Sadece şunu söyleyebiliriz rakim Odruspor değil de derli toplu, tecrübeli ve birlikte oynama alışkanlığı olan herhangi bir takım olsaydı: Fenerbahçe bugün sahadan puan kaybıyla ayrılırdı.
Son söz de taraftarımıza. Başlarda yazdıklarımı yanlış anlayabilecek olmaları, kabulümdür. Benim bugün adına teşekkür edebileceğim tek kesim ise onlardır. Seyircisiz maçın sessiz geçmesinin önüne geçmeleri, takımı Samandıra'dan konvoylarla stada getirmeleri, kulüplerine maddi ve manevi olarak sahip çıkmaları, maç öncesi sosyal paylaşım sitelerinde maça değil de takıma bağlılık duygularını harekete geçirme adına gösterdikleri çabaları... En fazla eleştirilen, üstüne gelinen, hatta hakaretvari sıfatlara hiç çekinilmeden maruz kalan Fenerbahçe taraftarı, içerisinde bulunmaktan memnun olduğum bir gruptur. Ömrümün sonuna kadar da öyle kalacaktır. Bugünden anladığım budur...
O kadar şeyden sonra, Alaattin abimizin meyhanesini yine dolduran, yine sarı-lacileri üstüne çeken, yine sevgilisiyle, eşiyle rakısını yudumlarken gözünü televizyondan alamayan, yine takım sahaya çıktığında takımı alkışlayan ve yine golden sonra orayı inleten Fenerbahçeliler! Şerefe!












0 yorum: